MEHMET AKİF ERSOY ŞİİRLERİ

Mehmet Akif Ersoy 20 Aralık 1873 tarihinde İstanbul’da doğmuş ve 27 Aralık 1936 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir. İstiklal Marşını Türk Milletine bağışlayan Mehmet Akif Ersoy ”Vatan şairi ve Milli şair” unvanlarıyla anılır. Mehmet Akif Ersoy, Türk Edebiyatının en önemli şairlerinden biridir. İstiklal Marşının yanı sıra Çanakkale Destanı, Bülbül ve 1911-1933 yılları arasında yayımladığı yedi şiir kitabındaki şiirleri biraraya getiren Safahat en önemli eserlerindendir. II.Meşrutiyet döneminden itibaren Sırat-ı Müstakim(daha sonraki adıyla Sebil’ür-Reşad) dergisinin başyazarlığını yapmıştır. Kurtuluş savaşı sırasında milletvekili olarak 1. TBMM’de yer almıştır.

Mehmet Akif Ersoy her konuda güzel sözler ortaya koymuştur. İstiklal Marşı şairimizden sizler için edebi güzel sözler hazırladık iyi okumalar dileriz


Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırtmasın.



GÜZEL SÖZLER

Ağlarım, ağlatamam, hissederim, söyleyemem. Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım.


Artık iki yüzlüleri sevmeye başladım çünkü yaşadıkça yirmi yüzlü insanlar görmeye başladım.


Şarka bakmaz, garbı bilmez, edepten yok payesi bir kızarmaz yüz, bir yaşarmaz göz bütün sermayesi.


İz bırakanlarla senin aranda basit bir fark var sadece: Onlar ömür boyu gayret ediyorlar ; sen ömür boyu hayret ediyorsun.


Ne irfandır veren ahlaka yükseklik ne vicdandır. Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.


Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak, alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.



Ağlarım, ağlatamam, hissederim, söyleyemem. Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım.


Bekayı hak tanıyan, sa’yi bir vazife bilir, Çalış, çalış ki beka sa’y olursa hak edilir.


Güvenme insanların samimiyetine, menfaatleri için gelirler vecde; vaat etmeseydi Allah cenneti, O’na bile etmezlerdi secde.


Hatırlar mısın? Doğduğun zaman, sen ağlardın gülerdi alem. Öyle bir yaşam sür ki, mevtin sana hande olsun. Halka matem.


Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum; kesilir belki ama çekmeye gelmez boyunum.


Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
“Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?


Ne irfandır veren ahlaka yükseklik ne vicdandır.
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfı Yezdanın
Ne irfanın kalır tesiri katiyyen, ne vicdanın.


Bülbül

-Basri Bey oğlumuza-

Bütün dünyâya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;
Nihayet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.
Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı,
Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdiyi sarmıştı.
Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hılkat kesilmiş lâl…
Bu istiğrâkı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl
Muhîtin hâli “insâniyyet”in timsâlidir, sandım;
Dönüp mâzîye tırmandım, ne hicranlar, neden andım!
Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,
Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryâd,
0 müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu
Ki vâdiden bütün, yer yer, enînler çağlayıp durdu.
Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi;
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûya Sûr-i Mahşerdi!

-Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin;
Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin ?
0 zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun;
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun,
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen.
Hazansız bir zemin isterse, şâyed rûh-i ser-bâzın,
Ufuklar, bud-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın.
Değil bir kayda, sığmazsın – kanadlandım mı – ebâda;
Hayâtın en muhayyel gayedir ahrâra dünyâda,
Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır?
Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır?
Hayır, mâtem senin hakkın değil… Mâtem benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!
Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;
Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda!
Ne husrandır ki: Şarkın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,
SALÂHADDÎN-İ EYYÛBÎlerin, FATİHlerin yurdu.
Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde OSMANın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ ın!
Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın maedinden YILDIRIM Hânın;
Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri ORHANın!
Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca mevâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâmın harem-gâhında nâ-mahrem…
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem! (*)

[Safahât, Yedinci Kitap]
(*) Bu şiir yazılırken Yunan istilâsı altındaki topraklarımız
hususiyle Bursaya dair elîm haberler geliyordu;
tetkikine de imkân yoktu.



GİTME EY YOLCU

İşte sana, onların kendi yolsuzlukları yüzünden ıpıssız kalan yurtları! .”
(Kur’an, Neml, 52)

Geçenler varsa İslâm’ın şu çiğnenmiş diyârından;
Şu yüz binlerce yurdun kanlı, zâirsiz mezârından;
Yürekler parçalar bir nevha dinler reh-güzârından.
Bu mâtem, kim bilir, kaç münkesir kalbin gubârından
Hurûş etmekte, son ümmîdinin son inkisârından?

Evet, son inkisârından ki yoktur cebrin imkânı:
Batıp gitmiş nazarlar beklemekten fecr-i nâzânı!
Nasıl, ey yolcu, bin lâ’net gelip ezmez ki vicdânı;
Dudaklar, çâk çâk olmuş, içerken zehr-i hüsrânı,
Uzaktan baktı -koşmak nerde! – milyonlarca yârânı!

Bu ıssız âşiyanlar bir zaman candan muazzezdi;
Bu damlar böyle baykuş seslerinden çın çın ötmezdi;
Şu kurbağalar seken vâdîde ceylânlar koşup gezdi;
Şu coşmuş, ağlayan ırmak ne handan gölgeler sezdi;
Bütün mâzîyi bir tûfan, fakat, hep boğdu, hem ezdi!

Vefâsız yurd! Öz evlâdın için olsun, vefâ yok mu?
Neden kalbin kararmış? Bin ocaktan bir ziyâ yok mu?
İlâhî kimsesizlikten bunaldım, âşinâ yok mu?
Vatansız, hânümansız bir garîbim… Mültecâ yok mu?
Bütün yokluk mu her yer? Bâri bir “Yok! ” der sadâ yok mu?

* * *

Gitme ey yolcu, berâber oturup ağlaşalım:
Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım:
Ne yapıp ye’simi kahreyleyeyim, bilmem ki?
Öyle dehşetli muhîtimde dönen mâtem ki! ..
Ah! Karşımda vatan nâmına bir kabristan
Yatıyor şimdi… Nasıl yerlere geçmez insan?
Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu,
Nereden başladı yükselmeye, bak, nerde ucu!
Bu ne hicrân-ı müebbed, bu ne hüsrân-ı mübîn…
Ezilir rûh-i semâ, parçalanır kalb-i zemin!
Azıcık kurcala toprakları, seyret ne çıkar:
Dipçik altında ezilmiş, paralanmış kafalar!
Bereden reng-i hüviyyetleri uçmuş yüzler!
Kim bilir hangi şenâatle oyulmuş gözler!
“Medeniyyet” denilen vahşete lâ’netler eder.
Nice yekpâre kesilmiş de sırıtmış dişler!
Süngülenmiş, kanı donmuş, nice binlerle beden!
Nice başlar, nice kollar ki cüdâ cisminden!
Beşiğinden alınıp parçalanan mahlûkat;
Sonra, nâmûsuna kurbân edilen bunca hayat!
Bembeyaz saçları katranlara batmış dedeler!
Göğsü baltayla kırılmış memesiz vâlideler!
Teki binlerce kesik gövdeye âid kümeler:
Saç, kulak, el, çene, parmak… Bütün enkâz-ı beşer!
Bakalım, yavrusu uğrar mı, deyip, karnından,
Canavarlar gibi şişlerde kızarmış nice can!
İşte bunlar o felâket-zedelerdir ki, düşün,
Kurumuş ot gibi doğrandı bıçaklarla bütün!
Müslümanlıkları bîçârelerin öyle büyük
Bir cinâyet ki: Cezâlar ona nisbetle küçük!

Ey, bu toprakta birer na’ş-ı perîşan bırakıp,
Yükselen mevkib-i ervâh! Sakın arza bakıp;
Sanmayın: Şevk-ı şehâdetle coşan bir kan var…
Bizde leşten daha hissiz, daha kokmuş can var!
Bakmayın, hem tükürün çehre-i murdârımıza!
Tükürün: Belki biraz duygu gelir ârımıza!
Tükürün cebhe-i lâkaydına Şark’ın, tükürün!
Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün!
Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere!
Tükürün Ehl-i Salîb’in o hayâsız yüzüne!
Tükürün onların aslâ güvenilmez sözüne!
Medeniyyet denilen maskara mahlûku görün:
Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün!

Hele i’lânı zamanında şu mel’un harbin,
“Bize efkâr-ı umûmiyyesi lâzım Garb’ın;
O da Allah’ı bırakmakla olur” herzesini,
Halka îman gibi telkîn ile, dînin sesini
Susturan aptalın idrâkine bol bol tükürün! ..

Yine hicrân ile çılgınlığım üstümde bugün…
Bana vahdet gibi bir yâr-ı müsâid lâzım!
Artık ey yolcu bırak… Ben, yalınız ağlayayım!

Daha fazla güzel söz için tıklayınız

Mehmet Akif Ersoy hakkında daha fazla bilgi için tıklayınız

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir